Selamün Aleyküm
Selamün Aleyküm
Türkiye’den bir yardım kuruluşunun görevlisi Afrika’da yardım götürdükleri bir köyde mescit olduğunu düşündüğü bir yerden Kur’an okunduğunu duyar. Bir kenarda oturup dinlemeye başlar. Meraklı bakışlar batılı beyaz adamdır diye düşündükleri görevlinin üzerindedir. Sonra hoca Kur’an’ı bitirince görevli “sadakallahul azim” der. Ve o siyah adamlar gözyaşları içinde kendi medeniyetlerinden olduğunu anladıkları o beyaz adamın boynuna sarılırlar. Sosyal medyada dolaşan bir videoda izlemiştim.
Irak Kürtlerinin lideri Mele Mustafa Barzani, zamanın Irak rejimine karşı başlattığı ayaklanmanın yenilgiyle sonuçlanması üzerine 1946 tarihinde beş yüz kadar Peşmergesiyle Sovyetlere sığınır. Çeşitli maceralardan sonra Stalin’in emriyle bir gece yarısı, Bakü’den Orta Asya’ya doğru giden bir trene bindirilirler. Tren, en son dağ başı sayılacak bir yerdeki küçük bir istasyonda durur. Trenden inenler, her istasyonda bir vagonun bırakıldığını anlıyorlar. İstasyon görevlisinin söylediklerinden hiçbir şey anlamazlar. Sonunda görevli gitmeleri gereken yönü eliyle gösterir. Onlar da yürümeye başlarlar. Karşılarına bir köy çıkar. Köylüler yabancı bir grubun gelmekte olduğunu görerek onlara doğru yürürler. Karşılarında garip giysili yirmi otuz kişiyi görünce şaşırıp kalırlar. Onlar da kalpaklı, çizmeli, çekik gözlü Orta Asyalı köylüleri tuhaf tuhaf seyrederler. Kimse kimsenin dilini anlamaz. Sonunda yaşlı bir Peşmerge, “Selamun Aleykum” der. Bütün köylüler hep bir ağızdan “ve aleykum selam” diye karşılık vererek bu yabancıları kucaklayıp bağırlarına basarlar. Orta Asya’nın Müslüman Türkmenleri on yıl kadar Iraklı Müslüman Kürtleri köylerinde misafir ederler. Kürtlerle Türkleri buluşturan zeminin “Selam yurdu” olduğu gerçeği bir kez daha kanıtlanır.
Herkesin bildiği bir klişedir; insan sosyal bir varlıktır. Aileden başlar, kabileye, millete ve ümmete, en son büyük insanlık ailesinde buluşmaya kadar devam eder bu sosyalleşme. Bu kümelerin her birinin de kendine özgü bir dili, bir hitap şekli, bir kültürü, bir davranış kalıbı var. Arapların “Li kulli makamin makal” (her makamın gerektirdiği bir söylemi var) dedikleri şey. Bir sosyal kümede anlamlı olan bir şiar, sembolik bir hitap başka bir kümede anlamını yitirebilir çünkü.
İslam medeniyeti çatısı altında farklı dilleri konuşan milletler bir araya gelmiş. Dediğimiz gibi, her milletin kendine özgü dili, dilinin içinde geliştirdiği hitap kalıpları var. Günaydın, Rojbaş, Sabahu’l Hayr… gibi. Bunların her birinin kullanım alanı bu dili anlayanlarla sınırlıdır kuşkusuz. Ama medeniyet bağlamında üretilen “ezan” gibi bazı şiarlar, “selam” gibi bazı kavramlar vardır ki lokal dillerin etkisiz kaldığı durumlarda kapıları, yürekleri, zihinleri açacak niteliktedir. Yukarıdaki örnekte, “Selamun Aleykum”ün Türk’ün ve Kürt’ün yüreğinin kapısını açan evrensel bir şiar olması gibi.
Düşünün, Irak Kürtleri Orta Asya Türkmenlerine “Rojbaş” diye hitap etselerdi, ne olurdu? En azından şaşkın bakışlarla birlikte yürek kapısının kilitli hali devam ederdi. Ya da yardım görevlisi dünyadaki bütün Müslümanların Kur’an’dan bir bölüm okuduktan sonra ortak bir şiar olarak söylediği “sadakallahul azim” yerine Türkçe bir ifade kullansaydı, acaba aynı sıcak karşılamayı bulabilecek miydi?
Bir medeniyet bakiyesi olan Türkiye’de, “Selamün aleykum” yerine (mutlaka anlamlı oldukları zeminleri bulunan) “Günaydın”ı ya da “Rojbaş”ı ikame etmeye çabalayanlar, hiçbir etnik değerin evrensel medeniyet şiarlarını gelenek haline getirmiş Müslüman milletlerin yüreğinde yer bulamayacağını geçmişin ezan yasağı hadisesinden anlamış olmalıydılar.