Eko-Kırımın Gölgesinde İklim Adaleti Arayışı
Türkiye’nin 2053’ü hedefleyen uzun dönemli iklim stratejisinin hayata geçirilmesinde finansal erişimin kolaylaştırılması ve COP29’a katılan az gelişmiş ülkelerin iklim finansmanı için 1,3 trilyon dolar sağlanması talebi, Zirve’de öne çıkan konular arasında yer almaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bu taleplerinin karşısında iklim krizinin sorumlusu olan ülkelerin sergilemiş olduğu kayıtsız duruş, iklim adaleti konusundaki mücadele ve müzakerelerin devam edeceğini göstermektedir.
Başlangıcı Sanayi Devrimine kadar uzanan ancak etkileri son 50 yıldır daha fazla hissedilen çevre sorunları, o günden bu yana dünyanın değişmeyen gündem maddelerinden biri belki de en önemlisi olarak yerini koruyor. Çözüm arayışları ise akademik çalışmalar, zirveler, toplantılar, anlaşmalar, sözleşmeler, iş birlikleri ve çeşitli diyalog mekanizmaları yoluyla sürdürülüyor. Öyle görünüyor ki bu süreç, çözümler geliştirilip uygulanıncaya ve topyekûn bir çıkış yolu bulununcaya kadar devam edecek.
Değişmeyen Sorunlar ve Sorular
Bütün canlıların yaşam alanlarının tehdit altında olduğu günümüz dünyasında, artık sorunların boyutları değişmiş, yoksulluk, az gelişmişlik ve adaletsizliklerden etkilenen insanların sayısı artmış, savaşlar, çatışmalar ve afetlerin gölgesinde yaşanan travmalarla adeta insanlık krize girmiştir. Temiz suya ve gıdaya erişemeyen sessiz yığınların haykırışı, ne yazık ki daha az duyulur hale gelmiştir. Türkiye ise bu haykırışları, sergilediği vicdani ve ahlaki tavır ve politikalarla bütün mecralarda dile getiren az sayıdaki ülkelerden biridir. Türkiye’nin bu duruşunu; sıfır atık politikasında izlediği iklim diplomasisinde, iklim ve çevre adaleti konusundaki çağrılarında, başta Gazze’de olmak üzere dünyadaki mazlum milletlerin maruz kaldığı baskı, zulüm ve soykırıma karşı göstermiş olduğu tepkilerde görmek mümkündür. Tıpkı Hindistan Devlet Başkanı Indra Gandhi’nin bundan tam 52 yıl önce 1972’de, Stockholm Konferansında Soğuk Savaş’ın hakim olduğu o zamanın üç kutuplu dünyasında, gelişmiş ülkelerin tezlerine karşı çevre sorunlarının asıl nedeninin yoksulluk, açlık ve barınma olduğunu ifade etmesinde olduğu gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Daha Adil Bir Dünya Mümkündür” diyerek çevre sorunları başta olmak üzere bir çok sorunun çözümünün adalet kavramında saklı olduğunu vurgulamıştır.
Dünya çevre literatüründe oldukça anlamlı bir yer edinen bu ifade, aynı zamanda Türkiye’nin bu meselelere bakış açısını da göstermektedir. Nitekim COP29 toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
“Bugün, burada gelecek nesillere daha adil bir dünya bırakmayı konuşurken İsrail’in Filistin ve Lübnan’ı hedef alan hukuk, ahlak ve vicdan dışı saldırıları devam ediyor. (İsrail’deki) Mevcut hükümet maalesef çocuk, kadın ve yaşlı demeden insanları katletmeyi, büyük bir çevre kıyımına yol açmayı sürdürüyor. İsrail saldırıları nedeniyle toprağa ve yer altı sularına sızan kimyasallar Gazzeli çocukların geleceğini şimdiden karanlığa bürümüştür. Bu ağır insani ve çevre felaketine sebep olanların, uluslararası mahkemelerde bunun hesabını vermeleri gerektiğini düşünüyoruz.”
diyerek bu bakış açısını çok açık bir biçimde dile getirmektedir. Çevreye ve insana telafisi imkansız bir şekilde ağır zarar veren, insanlığın ortak mirası olan değerleri yok eden bu soykırım, çevrebilim literatüründe eko-kırım olarak adlandırılmaktadır. Benzer örneklerin Bosna’da yaşanmış olduğunu ve bu insanlık suçunu işleyen eko-kırımcıların tarih önünde hesap verdiğini bir kez daha hatırlatmak gerekmektedir.
Bu saldırılar, aynı zamanda Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına da aykırıdır. Bir yandan yoksulluğa, açlığa son vermeyi amaçlayan ilkeler, diğer yandan uygulanan tecrit ambargo ile yoksulluğa ve açlığa mahkum edilen insanlar, bir yandan sağlıklı ve kaliteli bir yaşam ile nitelikli eğitimi vadeden ilkeler diğer yandan hastane ve okulları bombalanan insanlar, bir yandan temiz su ve enerjiye ulaşımı bir insan hakkı olarak gören ilkeler, diğer yandan temiz suya erişemeyen ve enerji kaynakları yok edilen insanlar, bir yandan eşitsizliklerin azaltılmasını ve sürdürülebilir şehirler ve topluluklar vadeden ilkeler, diğer yandan eşitsizlikleri derinleştirilen ve yaşama hakkından yoksun bırakılan ve yerleşim alanları yerle bir edilen insanlar, bir yandan barış, adalet ve güçlü kurumları esas alan ilkeler diğer yandan adalet isteyen, barış isteyen, kendi topraklarında özgürce yaşamak isteyen ancak bu haklarından yoksun bırakılan insanlar varken Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarının nasıl hayata geçirileceği, cevaplanması gereken büyük bir soru olarak karşımızda duruyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin çevre politikalarındaki tavrının dar anlamda çevre politikalarını aşan bir yönü olduğunu özellikle belirtmek gerekmektedir. Türkiye, bir yandan sorumlusu olmadığı sorunların çözümü konusunda yüksek bir sorumluluk bilinci taşımakta ve bu sorunlar karşısında net bir tutum sergilemekte diğer yandan da uluslararası düzeydeki yükümlülükleri kendi özgün koşullarına uygun olarak ancak hakkaniyet ilkesini talep ederek yerine getirmektedir.
OYAK Maden Metalürji Şirketleri bünyesinde faaliyet gösteren Ereğli Demir ve Çelik Fabrikalarının (Erdemir) 2050’de net sıfır emisyona ulaşma hedefine yönelik yeşil dönüşüm uyum çalışmalarındaki gelişmeler, düzenlenen basın toplantısıyla paylaşıldı. Toplantıda konuşan Erdemir Genel Müdürü Niyazi Aşkın Peker, 1965’te stratejik bir alanda 400 bin ton kapasiteyle başlayan üretimin 60 yıldır büyüyerek devam ettiğini belirterek, bugün 5 milyon ton nihai ürün kapasitesine ulaşıldığını söyledi.
COP29 ve İklim Adaleti
İşte Kasım 2024’te Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de 29. Taraflar Konferansı (COP29) bu gelişmelerin yaşandığı bir atmosferde iklim finansmanı temasıyla düzenlenmiş, çevre sorunları bütün boyutları ile ve tüm taraflarca masaya yatırılmıştır. Dünya Liderleri İklim Zirvesi’ne 80 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının yanı sıra 196 ülkeden 76 bin kişi katılmıştır. Türkiye ise bu konferansa en üst düzeyde katılım sağlamış ve 60 tane bilimsel toplantı icra etmiştir. Toplantı boyunca finans, yatırım ve ticaret, enerji, barış, yardım, iyileşme, bilim teknoloji, dijitalleşme, insan sermayesi, gıda, tarım ve su, şehirleşme, ulaşım, turizm, temalı birçok etkinlik düzenlemiştir.
Zirve’de yapmış olduğu konuşmada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yapılan çalışmaların ekonomik maliyetinin çok yüksek olduğunu, küresel mücadelenin daha güçlü ve etkili olması için gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarına cevap verecek bir iklim finansmanı hedefinin belirlenmesinin ne denli önemli olduğunu ifade etmiştir. Bu ifadelerde iklim finansmanında erişilebilirlik, iklim adaletinin sağlanması açısından bir ön koşul olarak ortaya çıkmaktadır. Yine Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum da iklim krizinin finansa erişemeyen ülkeler için çok kritik önemde olduğunu ve iklim finansmanına erişimin kolaylaştırılmasının daha adil bir dünya için şart olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’nin 2053’ü hedefleyen uzun dönemli iklim stratejisinin hayata geçirilmesinde finansal erişimin kolaylaştırılması ve COP29’a katılan az gelişmiş ülkelerin iklim finansmanı için 1,3 trilyon dolar sağlanması talebi, Zirve’de öne çıkan konular arasında yer almaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bu taleplerinin karşısında iklim krizinin sorumlusu olan ülkelerin sergilemiş olduğu kayıtsız duruş, iklim adaleti konusundaki mücadele ve müzakerelerin devam edeceğini göstermektedir.
Türkiye’nin İklim Krizi Karşısında Uzun Dönemli Stratejisi
Özellikle belirtmek gerekir ki Türkiye son yıllarda iklim krizi konusunda oldukça kararlı politikalar geliştirmektedir. 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi ve Yeşil Kalkınma Devrimi çerçevesinde şekillenen politika ve uygulamalar ile bütün sektörlerde ve tüm alanlarda geleceğe yönelik bütüncül bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Türkiye, 2053’ü hedefleyen Uzun Dönemli İklim Stratejisi ile 18 sektörde 89 strateji belirlemiştir. Enerji sektöründe yenilenebilir enerjinin payını yüzde 80’e çıkarmayı hedefleyen Türkiye, çimento sektöründe yüzde 93, demir-çelik sektöründe yüzde 99, alüminyumda yüzde 75, binalar sektöründe ise emisyon oranını sıfıra düşürmeyi bir strateji olarak belirlemiştir. Yine ulaştırma sektöründe demir yollarının payının artırılması, elektrikli araçlara geçişin sağlanması, sıfır atık projesinin yaygınlaştırılması da bu stratejilerin çıktıları arasında yer almaktadır.
Aslında hedeflenen, ekonomik ve sosyal alanlarda topyekün bir dönüşümün gerçekleştirilmesidir. Türkiye’nin bu geçiş sürecini yönetme konusunda sergileyeceği pratikler, hem ulusal düzeyde bir başarı hem de küresel düzeyde bir liderlik ortaya koymasını sağlayacaktır.